Altında arabası olan herkesin görmesi gereken bir yerden bahsedeceğim bu yazıda. Hoş, arabası olmayanlar da gidebiliyor; mesela ben, yürüyerek, yaklaşık bir saatte. Çıkarken de inerken de 1 saat sürdü diyebilirim. Üstelik ben mayıs ayında gitmiştim ve hava çok sıcaktı.
Adresi verelim: Girne’ye giderken ilk değil, ikinci Lemar’ın hemen solundan yukarı doğru ilerliyorsunuz. Gerisi basit, zira tabelalar size yardımcı oluyor. Bu yolu yürüyerek çıkmaya çalışırsanız -her ne kadar kaldırımlar düzgün olsa da- ciddi bir trekking idmanı yapmış olursunuz. Gerçekten de çok zor bir parkurdu. Neyse ki vardığınızda bunun acısını çıkartabiliyorsunuz. Arabası olanlar için yorum yapamayacağım.
Bellapais’e varınca giriş ücretini (3 liraydı galiba) veriyorsunuz ve başlıyorsunuz bu küçük yeri dolaşmaya. Peki burası küçükse ve siz bu kadar yolu teptiyseniz burasının ne özelliği olmalı?
Eşsiz deniz ve dağ manzarası, her sene yapılan klasik müzik festivali yapılan salonu olması,serin olması. Deniz manzarası derken adanın kuzey sahilini mümkün olduğunca görebilmekten söz ediyorum. Hemen belirteyim, bu manzarayı görmek için Bellapais’e girmeye gerek yok. Yan taraftaki araç park yerine gidip, oradaki banklara oturup, manzarayı seyredebilirsiniz ama güneş çarpabilir dikkat.
Girişte sizi sağ tarafta çok güzel bir avlu karşılıyor. Sol tarafta ise temiz ve kaliteli restoran bulunuyor. Bellapais’e girmeden önce de bu tür restoranlardan bulunuyor. Hani şimdilerde İzmir- Alaçatı’da butik restoranlar var ya… Ben konser salonuna girince rahat bir oh çekmiştim! Burası çok serin ve karanlık bir yer. Her anlamda serin. Yüksek tavan ve oymalı duvarlar, kuşların salonun tepesinde uçuşup cilveleşmelerine olanak sağlıyor; ben bizzat gördüm. Bu pencerelerin önünde bulunan betona çıkıp oturmanın keyfine diyecek yok!!! Hem serinliyorsunuz, hem bağdaş kurup oturuyorsunuz hem de enfes deniz manzarasını ufuktan izliyorsunuz! Yok böyle bir şey!
Konserler doğal olarak akşam saatinde yapıldığı için ve Mağusa’ya en son araba saat 19:00 da olduğu için ben maalesef hiçbir konsere (piyano resitali de diyebiliriz) katılamadım. Neyse, devam… Bu salondan çıktıktan sonra avlunun etrafında dolaşıp kiliseye bakıyorsunuz. İşte avlu:
Kilise, manastırın en eski bölümünü oluşturuyor. Buradan da çıkınca üst kata veya alt kata geçiyorsunuz. Avlunun etrafı gölge. Alt katta pek matah bir şey yok; yok derken serinlik hissi ve deniz manzara bazlı yerler var. Bu zaten konser salonunda da vardı. Alt katta çeşitli sanatçılar resim yapıyorlar. Benim gördüğümde tek kişi vardı ama diğer tablolara ve yanındaki bilgilere baktığınızda birden fazla sanatçının burada çalışma yaptığını anlıyorsunuz. Ben en çok Kate Fensom’un çalışmalarını beğendim. Hiç bu kadar geniş hayal gücüne sahip bir ressamın eserlerini görmemiştim. Geceyle gündüzü, yer altıyla yer üstünü karıştırmak gibi bir üslubu var. Şu anda adresini bilmiyorum ama Google’dan Kate Fensom diye ararsanız çıkar. Kartını almıştım ama şimdi eşyalarımı yavaş yavaş topladığım için Türkiye’ye götürdüm. Kart derken kart postal. Eserlerini satın almak isteyip de alamayanlar için düşünülmüş bir nevi kartpostal şeklinde tablo. Arkasında da niçin Kıbrıs’a geldiği, ailesi ve iletişim bilgileri yer alıyor. Bu bile yaratıcı bence. Resimde görülen kapıdan çıkıp sol tarafa baktığımızda da yine aynı manzaraya hakim oluyoruz. Burası alt katın bittiği yer.
Üst katın da pek bir esprisi yok. Seyir terası diyebiliriz bu kat için. Deniz manzarasının yanı sıra burası dağ manzarasını izlemek için birebir. Sanki helikopterle dağları geziyormuşsunuz gibi bir etki yaratıyor. Bu kattan denize doğru bakarsanız Girne Kalesi’ni bile görebilirsiniz! Efendim buyurun size sıra sıra uzanan dağlardan, şapkalı turistlerden ve Bellapais’in üst katından bir kesit.
Bellapais’in çıkışında hediyelik eşya satan yerler de var ancak çoğu ya uzak doğu malı ya da Türkiye’den de alınabilecek şeyler. Çok pahalı değildi şaşırdım doğrusu.
Neyse… Ben dönüşü de inerek, deniz manzarasını gün batımı eşliğinde tamamladım ve Lemar’a vardım. Buradaki ulaşım imkanı kısıtlı olduğu için Mağusa’ya dönüş için önceden yer ayırtmak gerekiyor. Benim arabamın saatine daha vardı, Lemar’ın yanında Çin lokantası da vardı ve ben ne zamandır suşi (Word programının Türkçe versiyonu suşi kelimesini tanımıyor; altı kırmızılı gösteriyor ne komik) yememiştim. Yol parasından yaptığım tasarrufu suşi için saklamış oldum ve bir güzel Californian Roll yedim. Suşiye bayılıyorum, tavsiye ederim. Çiğ köfteden daha sağlıklı olduğuna inanıyorum.
Diyelim ki siz Girne şehir merkezindesiniz ve taksiyle Bellapais’e gitmek istiyorsunuz; gidiş ve dönüş için 20şer lira vermeniz gerekir diye biliyorum ama pazarlık payını taksicinin yufka yüreğini bilemem tabii ki.
Adresi verelim: Girne’ye giderken ilk değil, ikinci Lemar’ın hemen solundan yukarı doğru ilerliyorsunuz. Gerisi basit, zira tabelalar size yardımcı oluyor. Bu yolu yürüyerek çıkmaya çalışırsanız -her ne kadar kaldırımlar düzgün olsa da- ciddi bir trekking idmanı yapmış olursunuz. Gerçekten de çok zor bir parkurdu. Neyse ki vardığınızda bunun acısını çıkartabiliyorsunuz. Arabası olanlar için yorum yapamayacağım.
Bellapais’e varınca giriş ücretini (3 liraydı galiba) veriyorsunuz ve başlıyorsunuz bu küçük yeri dolaşmaya. Peki burası küçükse ve siz bu kadar yolu teptiyseniz burasının ne özelliği olmalı?
Eşsiz deniz ve dağ manzarası, her sene yapılan klasik müzik festivali yapılan salonu olması,serin olması. Deniz manzarası derken adanın kuzey sahilini mümkün olduğunca görebilmekten söz ediyorum. Hemen belirteyim, bu manzarayı görmek için Bellapais’e girmeye gerek yok. Yan taraftaki araç park yerine gidip, oradaki banklara oturup, manzarayı seyredebilirsiniz ama güneş çarpabilir dikkat.
Girişte sizi sağ tarafta çok güzel bir avlu karşılıyor. Sol tarafta ise temiz ve kaliteli restoran bulunuyor. Bellapais’e girmeden önce de bu tür restoranlardan bulunuyor. Hani şimdilerde İzmir- Alaçatı’da butik restoranlar var ya… Ben konser salonuna girince rahat bir oh çekmiştim! Burası çok serin ve karanlık bir yer. Her anlamda serin. Yüksek tavan ve oymalı duvarlar, kuşların salonun tepesinde uçuşup cilveleşmelerine olanak sağlıyor; ben bizzat gördüm. Bu pencerelerin önünde bulunan betona çıkıp oturmanın keyfine diyecek yok!!! Hem serinliyorsunuz, hem bağdaş kurup oturuyorsunuz hem de enfes deniz manzarasını ufuktan izliyorsunuz! Yok böyle bir şey!
Konserler doğal olarak akşam saatinde yapıldığı için ve Mağusa’ya en son araba saat 19:00 da olduğu için ben maalesef hiçbir konsere (piyano resitali de diyebiliriz) katılamadım. Neyse, devam… Bu salondan çıktıktan sonra avlunun etrafında dolaşıp kiliseye bakıyorsunuz. İşte avlu:
Kilise, manastırın en eski bölümünü oluşturuyor. Buradan da çıkınca üst kata veya alt kata geçiyorsunuz. Avlunun etrafı gölge. Alt katta pek matah bir şey yok; yok derken serinlik hissi ve deniz manzara bazlı yerler var. Bu zaten konser salonunda da vardı. Alt katta çeşitli sanatçılar resim yapıyorlar. Benim gördüğümde tek kişi vardı ama diğer tablolara ve yanındaki bilgilere baktığınızda birden fazla sanatçının burada çalışma yaptığını anlıyorsunuz. Ben en çok Kate Fensom’un çalışmalarını beğendim. Hiç bu kadar geniş hayal gücüne sahip bir ressamın eserlerini görmemiştim. Geceyle gündüzü, yer altıyla yer üstünü karıştırmak gibi bir üslubu var. Şu anda adresini bilmiyorum ama Google’dan Kate Fensom diye ararsanız çıkar. Kartını almıştım ama şimdi eşyalarımı yavaş yavaş topladığım için Türkiye’ye götürdüm. Kart derken kart postal. Eserlerini satın almak isteyip de alamayanlar için düşünülmüş bir nevi kartpostal şeklinde tablo. Arkasında da niçin Kıbrıs’a geldiği, ailesi ve iletişim bilgileri yer alıyor. Bu bile yaratıcı bence. Resimde görülen kapıdan çıkıp sol tarafa baktığımızda da yine aynı manzaraya hakim oluyoruz. Burası alt katın bittiği yer.
Üst katın da pek bir esprisi yok. Seyir terası diyebiliriz bu kat için. Deniz manzarasının yanı sıra burası dağ manzarasını izlemek için birebir. Sanki helikopterle dağları geziyormuşsunuz gibi bir etki yaratıyor. Bu kattan denize doğru bakarsanız Girne Kalesi’ni bile görebilirsiniz! Efendim buyurun size sıra sıra uzanan dağlardan, şapkalı turistlerden ve Bellapais’in üst katından bir kesit.
Bellapais’in çıkışında hediyelik eşya satan yerler de var ancak çoğu ya uzak doğu malı ya da Türkiye’den de alınabilecek şeyler. Çok pahalı değildi şaşırdım doğrusu.
Neyse… Ben dönüşü de inerek, deniz manzarasını gün batımı eşliğinde tamamladım ve Lemar’a vardım. Buradaki ulaşım imkanı kısıtlı olduğu için Mağusa’ya dönüş için önceden yer ayırtmak gerekiyor. Benim arabamın saatine daha vardı, Lemar’ın yanında Çin lokantası da vardı ve ben ne zamandır suşi (Word programının Türkçe versiyonu suşi kelimesini tanımıyor; altı kırmızılı gösteriyor ne komik) yememiştim. Yol parasından yaptığım tasarrufu suşi için saklamış oldum ve bir güzel Californian Roll yedim. Suşiye bayılıyorum, tavsiye ederim. Çiğ köfteden daha sağlıklı olduğuna inanıyorum.
Diyelim ki siz Girne şehir merkezindesiniz ve taksiyle Bellapais’e gitmek istiyorsunuz; gidiş ve dönüş için 20şer lira vermeniz gerekir diye biliyorum ama pazarlık payını taksicinin yufka yüreğini bilemem tabii ki.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder