Alın size Lefkoşa-Suriçi…
Suriçi yani Kaleiçi, Türkiye’deki gibi çık dağın başına (güvenlik maksatlı yüksek yerlere yapılmışlar ya) , gez, in ve gel türünden değil. Mağusa ve Lefkoşa’daki kale içi diye tabir edilen yerler şehrin eski yerleşim yerleri gibi, tarihi çarşılar gibi… Örneğin İzmir’deki Kemeraltı gibi…
Girne kapısından girince Girne Caddesine de girmiş oluyoruz. Bu cadde suriçinin merkezine en kısa sürede ulaştıran cadde. Tek yönlü, sağda-solda telefon tamircisi, fotoğrafçı vb. türde işyerleri var. Bu kısmı müzik dinleyerek yürümek daha mantıklı olacaktır. Hedef Venedik Sütununa ulaşmak; burada Girne caddesi bitmiş olacak.
Girne Caddesindeki en matah dükkan şüphesiz Rüstem Kitapevidir. Bu kitapevi Kıbrıs’ın en köklü kitapevleri arasındaymış, hatta en köklüsüymüş. 1974 Barış Harekatından önce, bugün Rum tarafında kalan yerlerde bile şubeleri varmış. Tabi bugün o şubeler ne durumda bilinmiyor. Kitapevinde çok eski kitapları bulmak mümkün. İngilizce kitapların epey ağırlıkta olduğu yerde, yok denmesin diye popüler dergi-gazete de bulunduruluyor. Bu yoldan ne zaman geçsem kesin uğrarım. İzmir-Konak Pier AVM deki Remzi Kitapevi gibi… :)
Kitapevinden çıktık ilerliyoruz ve caddenin sonunda bizi bu manzara karşılıyor. ( Öyle bi yazdım ki sanki Brooklyn köprüsüne geldik :D)
Venedik sütünunu beğendiniz mi? :D Arkasında kalan Saray Otelin şöyle bir özelliği var: Resepsiyonda 5 lira ödeyerek çay fişi (önceki yazıdan hatırlayın) alıyorsunuz ve otelin asansörünü kullanarak en üst kata, bir nevi roof bara çıkıyorsunuz. Camekan bir yer, maksat Rum tarafını görebilmek. Sonbaharda çıkıp bakmıştım ama matah bir manzara yok sevgili dostlar. Bildiğiniz apartman yığını var, o da uzaktan görülüyor. Elinizdeki çay fişi ile de ücretsiz bir yerli içki içebiliyorsunuz. (Sahi bu yerli içki durumu nedir? Rakı ithal veya yersiz bir içki midir?)
Venedik Sütununa geldiğiniz zaman Büyük Han’a, Selimiye ve Arapahmet Camiilerine yaklaşmış oluyorsunuz. Size Suriçinde görülmesi gereken ilk üç yeri sıralamış oldum.
Peki biz ne yapıyoruz? İlk kez gezdiğimiz için Suriçi’ni mavi şerit yardımıyla gezmiş olacağız yani yarım çembere benzeyen bir rotamız olacak.
İşte bir diğer Suriçi haritası. En üstte belirtilen Kyrenia (Girne) Kapısından başlayıp Paphos kapısına ilerleyeceğiz, oradan Famagusta ( Mağusa) Kapısı ve yine Girne Kapısına geleceğiz. Mavi çizgi bizi nereye götürürse…
Yolumuza ilk çıkan önemli iki yapı: Merkezi Lefkoşa Postahanesi ve Mahkemeler Binası. Her iki bina da orijinalliğini korumuş.
Fotoğrafı çektiğim yerin haritadaki gösterimi ise şöyle: kırmızı nokta karşılıklı mahkemeler-postahane binalarının olduğu yer, 65 numaralı yer büyük han, üstteki turuncu çizgili rota bizim gezeceğimiz yer, alttaki turuncu çizgili rota is Rum tarafının yani bizim geçemeyeceğimiz yerin gezilecek yeri.
İlerledik ve geldik Zahra Sokağa… Burası görülmesi gereken bir diğer yer. Sıra sıra eski evler var fakat bazıları Osmanlı evleri, bazıları ise Rum evleri ve bu evler yan yana duruyorlar.
Bu sokağın sonunda ismini bilmediğim park gibi bir şey var. Bakımsız, tenha, tek özelliği teller arasından Rum tarafını görebiliyor olmak. İşte Rum tarafından bir kare… Savaşı protesto etmek adına top atan çocuk heykelini görmektesiniz.
Ara sıra mavi hattın yakınına gitmeniz gerekebiliyor, bunu da yandaki resimde görülen işaretle anlıyoruz: Git ama geri gel demek oluyor.
En sevdiğim bölümler arasında olan ara sokaklarda dolaşma bölümüne geldik. Tipik Akdeniz kültürü işte… Evler birbirine çok yakın ve genelde beyaz. Ara sıra Osmanlı evlerini cumbaları sayesinde görebiliyoruz.
Ne alaka diyebileceğiniz iki fotoğraf. Ama birinin açıklaması var: Buradaki model elinde fotoğraf makineli insanlar tarafından ilgilenilmiş olmalı ki gayet samimi bir şekilde fotoğrafını çekmemi istedi, ben de poz vermesini istedim ve yer gösterdim. Fotoğrafı istemedi bile. Gerçi nasıl akıl edecek ki… Fotoğrafının internette olduğundan ise ömrü boyunca haberi olmayacak… Garip…
Alttaki heykel, buralarda çok emeği geçen Dr. Fazıl Küçük’e ait. İnternette kısa ölçekli bir araştırma yapmanızı öneririm.
Ve tekrar Girne kapısına geldik…
Büyük Han’dan bahsetmedik? Sonraki yazıda bahsedelim diye…